14 Ekim 2020 Çarşamba

ışıl 21 28

 

“Arkadaşlarca delisiniz siz.” diyerek tebessüm etti ve merdivene yöneldi.

O gece yatağına uzanınca Şaşkın’ı, ssu’yu, baturalp’i ve Ozan’ın tayfasını düşündü. Volkan’ın sevecenliğini ve gülüşünü hatırladıkça o gün yaşadıklarını iyimserlikle hatırladı. İçi oldukça rahattı ve o gece, uzun zamandır görmediği kadar huzurlu bir uykuya daldı.

 

Sabah uyandığında gece gördüğü tuhaf rüyaların etkisindeydi. Işıl o denli huzurlu bir uykuya dalmıştı ki, bu rüyaların nedenini anlayamıyordu. Rüyasında ozan ssu’ya deliler gibi âşıktı ve volkan’ın dün ışıl’a yaptığı gibi, ssu’nun elini her fırsatta tutuyor ve bırakmıyordu. Onun için her şeyden vazgeçebileceğini iddia ediyor, yemek yeme, su içme gibi yaşamsal faaliyetlerden bile yoksun kalabileceğini anlatıyordu. Hatta ağlıyordu! Hiç kimseyi dinlemiyor, yalnızca onun yanında olmasını istiyordu. İlerleyen vakitlerde ise Baturalp’in de ssu’yu sevdiğini öğreniyorlardı. Ssu bu durumları öğrenince bir yandan sevilmenin yarattığı o mutluluk verici duyguyu yaşıyor, bir yandan da kardeş gibi büyüdüğü ozan ve baturalp’in bu tavrına üzülüyordu. ‘Nasıl olsa unutacaklar. Şu anda bir hevestir yaşıyorlar. Bu yaşlarda duygularını dizginlemekte zorlanabilirler ama yakında böyle bir şeyin saçma olduğunu anlayacaklar. Sonra herkes kendi yoluna gidecek. Umarım benim için birbirlerini kırmazlar.’ diyerek Işıl’a üzgün üzgün derdini anlatıyordu.

‘Bu garip rüya, neyin mesajıydı acaba…’ diyerek kalktı yatağından ve yüzünü yıkamak için banyoya geçti. Yüzüne soğuk su çarptığında uykusu biraz daha açıldı. Dışarıdan birisi banyonun kapısına tıkladı.

Ozan:

“İçeride kim var?”

Işıl:

“Ben varım! Çıkacağım şimdi!”

“Tamam bekliyorum.”

Işıl, kapıyı açtı ve elleriyle girmesini işaret etti.

Ozan:

“Ben şimdi Volkan’ın bilgisayarına bakmaya gidiyorum. O bana kahvaltı sözü vermişti. Bunun karşılığında ben de onun bozduğu bilgisayarı düzelteceğim. Sen de gelmek ister misin? Yenikent mahallesinde oturuyorlar. Bisikletle 20-30 dakikalık bir yol. Ne dersin?”

“Bilmem ki… Daha yeni uyandım ben, hazırlanmamı bekler misin?”

“Geleceksen beklerim ama karnım zil çalıyor. Acele et. Ben de volkan’a haber vereyim, sana da kahvaltı hazırlasın.”

“Peki, tamam. Ben giyineyim hemen.”

“Hadi çabuk.”

                Ozan banyonun kapısını yavaşça kapattı. Işıl odasına geçti, dolabını açtı ve kıyafet seçmeye koyuldu. Onca mesafeyi bisikletle gideceklerini düşünerek eşofman giymeye karar verdi. Bir de tişört seçince işi bitti. Saçlarını taradı, atkuyruğu şeklinde topladı, çoraplarını giydi ve güneş şapkasını dolabının en üst gözünden indirdi.  Odasından çıktı ve banyoda dişlerini fırçaladı. Oradaki işi de bitince hemen mutfağa gitti. O arada ozan da volkan’ı aradı. Volkan’ın annesi ev telefonunu açtı:

“Merhaba teyzeciğim. Ben ozan. Volkan’la görüşebilir miyim?”

“Merhaba oğlum. Volkan dün gece çok geç yattı. Halen uyuyor. Sen biraz bekle, ben kaldırayım onu.”

“Vay vay vay… Bir de bana kahvaltı hazırlayacaktı! Beni eve çağırmıştı da bilgisayarını yapayım diye!” Diye gülerek Volkan’a sitem etti.

“Ay bu çocuk böyle şeyleri bana söylese, ben kahvaltınızı da hazırlardım!” annesi de volkan’a kızmıştı. Düşüncesizlik ediyor diye düşündü.

“Tamam teyzeciğim. Sadece, kahvaltıya kardeşim Işıl da gelecek, ona göre bir şeyler yapsın. Dün bir sürü övündü ben senden güzel yemek yaparım diye! O yapsın, sen hiç elleme!”

Volkan’ın annesi gülerek:

“Tamam Ozan’cığım. Sen yola koyul, ben bu Volkan’ı uyandırırım. Bakalım nasıl yemek yapıyormuş!”

“Yarım saate görüşmek üzere!”

“Görüşürüz canım.”

                Ozan, mutfakta oturan kardeşine kaş göz işaretleriyle gideceklerini belirtti. Işıl mutfağı toparlayan annesine:

“Anne, biz Ozan’ın arkadaşına kahvaltıya gidiyoruz. Telefonum yanımda.”

“Tamam kızım. Dikkatli olun.”

“Merak etme anneciğim, görüşürüz.”

                Suzan Hanım gözleriyle kızının söylediklerine sevecen bir yanıt verdi. Ayakkabılarını giyen Ozan 5 metre kadar öteden:

“Anne! Görüşürüz!”

“Görüşürüz oğlum!”

                Işıl da spor ayakkabılarını giydi, şapkasını taktı ve evden çıktılar.

Volkan’ı uyandırmak için, çatı katındaki odaya giren annesi:

“Volkan, eve misafir çağırmışsın. Saat 10 olmuş, sen daha uyanıp kahvaltı hazırlayacaksın!”

Volkan gözlerini açtı, saatine baktı, esneyerek:

“Tamam anne. Kalkıyorum şimdi.”

Kapının önüne geçen annesi, merdivenlere yöneldiğinde ozan’ın arama sebebini hatırladı ve geri döndü:

“Bu arada kahvaltı hazırlarken, Ozan’ın yalnız gelmeyeceğini de bilecekmişsin. İki kişilik hazırlayacakmışsın.”

Bunu duyan volkan biraz daha uyandı:

“Baturalp mi geliyormuş?”

“Yok oğlum. Işık dedi sanırım.”

Volkan yataktan zıpladı,  annesinden önce mutfağa koştu. ‘Işıl benim evime geliyor! Krep sever mi acaba? Yumurta mı kırsam? Ne yapsam?’ kafasında onlarca soru oluşmuş, ışıl’ın geleceğine bir yandan inanamıyordu, diğer yandan da çok sevinmişti. O anda, yüzünü yıkamayı ve üstünü değiştirmeyi unuttuğunu fark etti. Hemen banyoya doğru yollandı. Yüzünü yıkadıktan sonra sakallarına baktı, düzeltilmesi gereken bir yer göremedi. Dişlerini fırçaladı. Sürekli saati kontrol ediyordu. Kalbi heyecandan duracak gibiydi. İkide bir ‘geliyor!’ diyordu.

Işıl ve ozan okulun bahçesinden geçiyorlardı ki, birden ışıl’ın telefonu çalmaya başladı. Bisikletleri durdurdular. Işıl telefonu çıkardı. Arayan ssu idi:

“Kanka! Haydi gel bize, annem seni kahvaltıya çağırıyor.”

“Biz ozan’la arkadaşına gidiyorduk. Orada kahvaltı yapacağız demiştik.”

“ Hangi arkadaş bu?”

“Volkan ismi.”

“Bi dakika bi dakika! Hangi volkan!”

“Sizin okuldaki işte. Ozan’ın tayfasından.”

“Oo şu mavi gözlü esmer! Manken gibi ya o çocuk. Sen de hemen kurmuşsun samimiyeti!”

“Cıvıklık yapmasan ölürsün di’mi ssu!”

“Ölürüm tabi ya. Neyse ben çayları koyuyorum. Sen de buraya gelmeye bak. Çok önemli anlatacaklarım var sana.”

“Neyle ilgili?”

“Uzun zamandır haber alamadığım biriyle ilgili.”

“Ciddi olamazsın! Efe’den haber mi var!”

“Aynen öyle. Dün gece mesaj gönderdi...”

“Ne diyor?”

Ozan beklemekten sıkılmıştı:

“Işıl, gelmeyeceksen söyle. Ben gideyim. Ayıp olacak çocuğa.”

Işıl en yakın arkadaşının anlatacaklarını düşündü. Su’nun hayatı onu daha çok ilgilendiriyor diye düşündü ve:

“Tamam ozan. Sen devam et. Düşüncesizlik etmiş olmayayım, batur’i ara. Benim için hazırlanan kahvaltıyı o etsin. Size afiyet olsun. Akşama doğru okula geliriz.” Dedi ve kardeşini uğurladı.

Ozan:

“Sattın beni bir Efe için! Aşk olsun prenses!” gülümsedi ve başını çevirdi, ikizine el sallayarak veda etti.  Işıl sağ taraftaki bir yola saptı, ssu’lara doğru yola çıktı.

Volkan giyindikten sonra saçlarını düzeltti. Annesine yumurtaları ve unu çıkartmasını, servis taşına koymasını söylemişti. Biraz da vanilya ve şeker koyunca kreplerin tadına doyum olmayacaktı. Işıl mutlaka çok sevecek diye düşündü. Dün ellerine sinen Işıl’a ait o koku da vanilyalı bir aromaya sahipti. Yani ışıl bu krepleri mutlaka sevecekti!

Volkan’ın annesi mutfağa geliyor ve oğlunun neler yaptığını gördükçe şaşırıyordu:

“Oğlum! Sende ne cevherler varmış da haberim yokmuş!”

Volkan işine yoğunlaşmıştı, annesini duymuyordu bile:

“Anne, lütfen bırak da işimi yapayım Işıl her an gelebilir. Şey Işıl’lar…”

“Işıl demek… Hoş gelsin bakalım. Kolay gelsin sana o zaman. Haydi, ben oturma odasına geçiyorum,  televizyon izleyeceğim.  Ama bu ışıl konusunu merak ettiğimi de bil.”

“Işıl ve Ozan diyecektim anne. Sen kafamı allak bullak ediyorsun!”

“Tabi, tabi oğlum. Sonra konuşuruz bunu. Şu hanımefendiyi bir tanıyalım hele.”

“Aman anne… Altı üstü yakın bir arkadaşımın kardeşi! Talip olduğu için gelmiyor ya!”

“Aa nedenmiş? Belki de içinde öyle bir arzu vardır. Nereden bileceksin?”

“Anne lütfen rahat bırak beni de şunu yapayım!”

“Şaka yapıyorum tatlım. Ama ben kız milletini iyi bilirim. Sana karşı bir şey hissediyor olmasa, erkek buluşmasına neden gelsin ki… Hem de, sen çok yakışıklı bir delikanlısın oğlum. Bilmeyen mi var? Bir kızın senden hoşlanması çok normal.”

“Anneciğim, n’olur git içeriye…”

“Peki peki. Gittim ben.” Dedikten sonra oturma odasına geçti.

Volkan’ın kalbi güm güm atıyordu. Krepler için tabakları hazırlamıştı ki, o anda kapı çaldı. Daha da çok heyecanlandı! Volkan krepleri pişirmeye başladı, ısıtıcıya su koydu. Annesi kapıyı açmış olmalıydı ama yine de elinde spatula ile mutfak kapısından kafasını uzatıp dış kapıyı kontrol etti. Kapıya doğru yürüyen annesini görünce rahatlamıştı. Kapı açıldı ve karşısındakiler eve girdi. Ozan’ın sesi geliyordu volkan’ın kulağına. Volkan’ın annesiyle şakalaşıyordu.

Volkan krepleri üç ayrı tabağa koyduktan sonra onları masaya yerleştirmesi ve balı da masaya götürmesi gerekiyordu. Kalbi hızla çarpıyordu. İçinden  ‘ava giden avlanırmış’ diyordu. Kendisine olan o büyük güveni sarsılmışçasına bir his çöreklenmişti yüreğine. Ya Işıl Volkan’ın hislerini yanlış anlarsa… Ya onaylamazsa… Çevredeki çoğu genç kızın yaptığı gibi, o da Volkan’a güvenilmemelidir diyorsa, ya yaklaşamazsa yanına ne olacak?  İçinden sayıklıyordu:

‘Ozan beni en iyi tanıyan insanlardan biridir. Güvenir de bana. Sever beni. O da güvenir belki! Işıl ne olursun inan bana!’

Mutfağa hızlıca giren ozan:

“Kanka ya kusurumuza bakma, ışıl son anda en yakın arkadaşının evine geçti. Önemli bir şeyler olmuş da… Ben de batur’u çağırdım. Işıl onu aramamı söyledi, yerine vekil olarak onu atadı.”

                Volkan hiçbir şey söyleyemedi. Yalandan bir tebessümle geçiştirdi. O anda uğradığı hayal kırıklığını en son anlatabileceği kişi ozan’dı… ‘Hislerim karşılıklı değil demek.’ Diye düşündü. Tam o anda kapının zili çalmaya başladı. Ozan:

“Hah geldi Baturalp!” diye kapıya doğru yollandı.

“O volkan’ın parmaklarını yerim ben! Bize yemekler mi yapıyormuş! Becerikli oğlum benim!” Baturalp’in sesi ev içinde yankılandı.

Volkan içinden:

‘Yaa sorma… Tam olarak da size yapıyordum bunları… Işıl’a değil, sana yapıyordum…’

Baturalp mutfağa girer girmez:

“Marifetli evladım benim, su içeceğim ben. Buzdolabında var mı?”

“Evet, var. Şu dolaptan bardak alırsın.” Dedi ve musluğun üstündeki dolabı gösterdi. Balı masaya koydu. Çok keyifsiz görünüyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra:

“Batur, buzdolabından meyve suyu al, üç tane de bardak getir. Çay yapacaktım ama bu sıcakta içilmez diye düşündüm. Hem meyve suyu daha iyi gider.Acıktım ben. Yiyelim artık.”

                Baturalp volkan’ın söylediklerini aldıktan sonra masaya geçti. Çok moralsiz gördüğü dostuna üzgünce baktı.

“Sen iyi misin volki?”

Mutfak kapısında durup masada eksik var mı diye bakan ozan:

“Sanırım bal sürecek bıçağa ihtiyacımız var.”

Baturalp:

“Sen getirir misin, ben mi kalkayım?”

Ozan:

“Yok efendim zahmet etmeyin ben getiririm.” Dedi ve mutfağa girdi, bulaşıklıktan bıçakları aldı. Masaya geçti.

Volkan Baturalp’e:

“Yok ya… Geceleyin 3’te uyudum da… Ben iyiyim, sadece yorgunluktan böyleyim. Endişelenecek bir şey yok.”

Ozan:

“Hakikaten ya seni tanımasam, geldiğimiz için rahatsız olduğunu bile düşünürdüm.”

Volkan içinden bir yandan kendisini suçluyor, bir yandan da ışıl’a kızıyordu. Bu düşünceler içerisinde allak bullak olduğu içinse İdil’i tamamen aklından çıkarmıştı.  Arkadaşlarının dediklerini bile duymuyordu. Oturduğu yerden dışarıya bakıyordu. Gözleri dalmıştı.

Batur:

“Volkan!”

“Hı?” anlamsızca arkadaşının yüzüne baktı.

“Hiiç… Keyifler nasıl? Afiyettesinizdir inşallah.”

“Baturalp çok uykum var. Kusura bakmayın, böyle saf saf geziniyorum diye ortalıkta.”

Ozan:

“Kahvaltı bitsin, odana çıkalım da sen uyu, ben bilgisayarına bakayım. Sonra ya baturalp’le biz gideriz ya da sen de gelirsin, birlikte okula gideriz. Sen önce dinlen.”

Batur:

“Evet, yahu biraz kendine dikkat et. Hiç iyi görmedim seni volki.

Volkan:

“Yok, merak etmeyin uyuyup uyanınca geçer.”

Ozan:

“Neyse işte dediğim gibi, sen uyursun birazdan. Ben bakarım ne varmış, ne yapmışsın makineye diye.”

Volkan:

“Sağ olun beyler.” Dostlarının bu korumacılığı bir nebze de olsa moralini düzeltmişti.

Ancak Volkan’ın aklı bir türlü ermiyordu… Işıl niçin gelmemişti ki? Hiçbir şey hissetmemiş miydi volkan’a karşı… Halen iki de bir ışıl’la tokalaştığı elini burnuna götürüyordu. Ama kokudan eser kalmamıştı. Bu konuyu düşündükçe yavaş yavaş idrak ediyordu ki; moralini bozan şey ışıl’ın orada olmamasından ibaretti. Volkan’larda değil de başka bir arkadaşının yanında olmasıydı. Aslında mutsuz değildi, ama duruma çok bozulmuştu. Yine de sonraki günlerde bunun telafisi olacağını düşündü. Sonra içindeki ses tekrar canlandı ve volkan’a hoşlanmadığı ihtimalleri hatırlattı. ‘Acaba kendimi mi kandırıyorum? Ben bu hallere düşecek adam mıydım?’

 Baturalp:

“Volkan haydi çıkalım yukarıya. Sen biraz uyu, sonra ne yapacağımıza bakarız.”

Volkan:

“Tamam çocuklar. Ben anneme haber vereyim, siz çıkın odaya.” ve annesinin yanına, oturma odasına geçti. Diğerleriyse volkan’ın çatı katındaki odasına yöneldiler.

“Anne biz odama gidiyoruz. Ayrıca korkma, fazla batırmadım mutfağı.”

Annesi kanepeye uzanarak televizyon izliyordu. Volkan odaya girince, onu görebilmek için oturma pozisyonu aldı ve oğlunun güzel gözlerine baktı.

Volkan:

“Ozan bilgisayara bakacak bir saat kadar. Ben de o arada uyurum, sonra dışarı çıkarız. Baturalp de gitmedi, evde.”

“Peki canım. Gelmedi hanımefendi değil mi?”

“Gelmedi anne. Başka bir zaman tanışırsınız belki. Çok iyi biridir.”

“Ee güzel mi bari?”

“Anne!”

“İyi iyi. Hadi çık sen.”

Volkan annesinin bu konudaki ısrarcılığından hoşlanmıyordu ama tam odanın kapısına geldiğinde, annesine halen sırtı dönükken durdu. Derin bir nefes aldı ve:

“Güzel anne. Çok güzel…” dedi ve sessizce odasına çıktı.

Oğlunun adımlarını ses iyice boğuklaşana kadar dinledi. Hiç ses etmedi. Son duyduklarını hatırlayarak derin düşüncelere daldı, içini merak kaplamıştı:

‘Benim canım oğlum… Ne yaptı da seni böylesine etkiledi bu kız? Umarım her şey istediğin gibi olur ve Işıl senin ne kadar iyi niyetli bir delikanlı olduğunu anlar.’ diyerek içten içe dert yandı.

 

                İki genç kız Su’ların evinden çıktıklarında saat 3’e geliyordu. İki öğünlük yemeklerini orada yemişlerdi. Bir süre dinlendikten ve Şaşkın’la oynadıktan sonra okulun bahçesine gitmeye karar verip evden çıktılar.  Su:

“Ya işte öyle kanka. Ne yapacağımı bilmiyorum. Efe de ne yapacağını bilmiyor bana kalırsa.”

Işıl:

“Tamam, anlıyorum; özlemiştir, unutamamıştır ama aylarca aramayıp, kendini unutturduktan sonra, günün birinde döndüğünde çok fazla beklentisi olmamalı bence. Sonuçta kendisi bitirdi bazı şeyleri.  Hem seni üzdü hem kendisi üzüldü. Çocuklar gibi küslük yarattı. Hem de hiç değmeyecek, önemli olmayan bir konu yüzünden.”

Su:

“Haklısın kanka. Ama son bir deneme için beraber geçen 5 ayın bir hatırı vardır bence.”

“Peki dostum. Sen nasıl uygun görürsen, öyle yap. Yine de Efe’nin şımarık biri olduğunu unutma.”

“Merak etme, onun saçma kaprislerinden dolayı uykusuz kalacak kadar toy değilim artık.”

“İyi bakalım. Neler olacak, göreceğiz. Ablandan haber var mı?”

“Evet yarın geliyor. Şaşkın’ı halen bilmiyor.”

“Umarım sorun olmaz kanka.”

“Sen Tuğba’yı bırak da olanları anlat bakalım.” Diyerek gülmeye başladı.

“Ne anlatayım ssu?”

“Volkan nasıl biri? Yakından da öyle güzel bir çocuk mu?”

“Aman ya güzelse Allah sahibine bağışlasın ssu. Bana ne.”

Su dostunun bu kadar soğukkanlı bir yanıt vermesine şaşırmıştı. Çünkü çevrelerindeki herkes volkan ile samimiyet kurmak isterdi.

“Vay be ışıl! Volkan için bu kadar tepkisiz olabileceğini düşünemezdim ya!”

“Su o kadar da özel bir ilişkimiz yok onunla. Bir tek basit gündelik muhabbetler oldu. Sonra vedalaştık. Daha önce onu gördüğümü bile hatırlamıyorum.”

“Ne konuştunuz peki? Nasıl biri?”

“Yahu normal bir çocuk. Ozan’ın yakın bir arkadaşı.”

“Yani hiçbir muhataplığınız olmadı. Sen sadece Ozan’ın peşine takılıp onlara kahvaltıya gitmek istedin. Tamam.”

“Oldu diyorum ssu! Konuştuk! İyi biri! Sevdim onu! İyi anlaştık!”

“İyi iyi. Anladım. Haydi, çıkalım binadan.”

Diyerek bisikletlerini direksiyondan çeke çeke bahçeye çıktılar, sonra da yola düştüler.

Okulun bahçesine vardıklarında ozan’ın tayfası karşı tarafta kalan, her zaman oturdukları duvarda oturuyorlardı. Berk duvar önünde ayaktaydı ve dizinde futbol topu sektiriyordu.

Su:

“Şu topla oynayan çocuk kim?”

“Ben tanımıyorum. Sanırım ismi Berk. Dün morali çok bozuktu. Konuşmadık onunla. Tanışmadık da.”

“Nesi varmış ki acaba? Merak ettim.”

“Saçmalama kanka nereden bilelim ki? Vardır elbet bir derdi.”

“Neyse. Ee say bakalım, diğeri kim?”

“Şuradaki haluk, yanındaki murat ve şimdi kapıya doğru ilerleyen Onur öteki de berk işte.”

“İyi peki. Gidecek miyiz yanlarına?”

“Ozan yok ki. Batur da yok. Gitmemiz doğru olur mu bilmem.”

“Ay sorarız nerede bizimkiler diye. Sorun ettiğin şeye bak ışıl.”

Işıl ssu’nun ısrarlarına dayanamayıp:

“Of tamam, yürü gidelim.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder