6 Ekim 2020 Salı

ışıl 20

Baturalp:
“Tamam, ölünceye kadar yanında oluruz diye inanabilirsin. Her koşulda beraberiz biz. Yine de ailene karşı bu kadar umursamaz olma. Sana bir şey olsa, o acıyı annenin hissedeceği kadar derinden hissedemeyiz biz.”
Çağın gözlerini devirdi:
“Bana kimsenin acımasına ihtiyacım yok. Annemin de, babamın da. Hatta sizlerin de… Bu yüzden bırakın ne yaparsam yapayım. Yarın hentbol antrenmanım var. İki gün sonra görüşürüz beyler.” Dedi ve bisikletine atladı. Baturalp’in diyeceklerini dinlemeden, konuşmasını beklemeden hızla eve gitti.
Batur:
“İyi o zaman. Ne halt işlersen işle. Bir gün pişman olursun bu dediklerinden.” Dedi ve kızgınlığını belli etmeye çalıştı. Halen çağın’ın çıktığı kapıya bakarken birden içeri giren ışıl’a takıldı gözleri:
“Ozan! Prensesimiz geliyor!”
Ozan volkan’la boğuşuyordu şaşkın şaşkın batur’e baktı:
“Prensesimiz kim?” volkan’ın saçlarını karıştırıyordu.
Batur ozan’a:
“Işıl geliyor avanak çocuk!” dedi ve ışıl’a doğru koşmaya başladı:
“Kardeşim benim! Görmeyeli daha bir serpilmişsin, güzelleşmişsin sen!”
Işıl baturalp’i böyle mutluluk içerisinde kendisine doğru koşarken görünce olduğu yerde bisikletinden indi, onu yere bıraktı. Ona doğru yürümeye başladı:
“Kanka! Çok özledim seni ben!”
Baturalp:
“Özlenmez mi kız? İki aydan fazla zaman geçti görüşmeyeli. Gel sarılayım sana, koklayayım saçlarını!”
Ve aynen dediği gibi, sarıldı ışıl’a. Kokladı saçlarını. Omuzlarından tuttu ve yüzüne baktı:
“Çok özlemiştim seni de, Suzan teyzemi de. Bu Ozan’a kalsa, ömür billâh göremeyeceğim sizi. Haydi, ben alayım bisikletini de çocukların yanına geçelim. Muhabbet koyu.”
Işıl:
“Tamam, gidiyorum ben o zaman. Çabuk gel sen de.”
“Eyvallah canım benim!”
Işıl gençlerin yanına vardığında Berk kafasını yerden kaldırmıyordu, boynu eğikti. Morali çok bozuktu. Çağın ona düşünmek istemediği bazı şeyler hatırlatmıştı. Haluk ona akıl vermeye çalışıyordu. Ozan topallayarak duvara yaklaştı. Yaslandı ve ayak bileğine masaj yaptı.
Işıl:
“Merhaba çocuklar. Ozan sen neden topallıyorsun?”
Ozan gülmeye başladı:
“Çağın eşeği tepti beni. Önemli bir şey değil.”
“Çağın kim ki? Ben tanımıyorum. Aslında Haluk ve Baturalp dışındakileri tanımıyorum. Ben ozan’ın kardeşiyim. Seni biliyor muyum, tanışmış mıydık?” volkan ile göz göze geldiler. Uzaktan haluk güldü ve el salladı ışıl’a. Işıl da tebessüm ederek, ona başını eğdi ve selamını aldığını bildirdi.
Volkan:
“Hayır tanışmamıştık. Ben ilk kez görüyorum seni. Adım Volkan. Haluk’un yanında duran kişi Berk, şurada basketbol oynayanlar da Murat ve Gökhan.”
Ozan:
“Murat’la Gökhan farklı semtte yaşıyor. Maç yapmak için geldiler buraya. Onur ve Fatih diğer elemanlardı. Ama nereye kayboldular bilmiyorum.”
Işıl:
“Fatih’le tanışmıştık. Şu yeşil gözlü sarışın çocuk değil mi?”
Volkan:
“Evet, o. Onur da bizim coğrafyacının oğlu.”
“Tamam hatırladım. Teşekkür ederim verdiğin bilgiler için.”
Volkan tebessüm ederek:
“Ne demek prenses. Görevimiz.”
“Prenses mi? Ben mi?” Işıl volkan’ın dalga geçtiğini anlamıştı ama neden öyle dediğini bir türlü anlayamıyordu.
Yanlarına koşa koşa varan Baturalp:
“Prenses tabi! Sana ne sırık!”
Volkan:
“İyi de ben inkâr etmedim ki.” Omuzlarını kaldırdı  ve tekrar Ozanla konuşmaya döndü.
Baturalp ışıl’a baktı:
“Sen gelirken ben öyle demiştim de, ondan diyor prenses diye. Patavatsız yaratık.”
Işıl:
“Ziyanı yok kanka. O beni prenses zannetsin. Bırak.” dedi ve sırıttı.
“Zannetmek ve öğrenmek arasında fark vardır tatlım. Bu başlangıcı olsun. Daha çok şey var öğrenecek.”
“Eşek! Hem öyle diyorsun hem de umursadığın bile yok beni. Ben prensestim de iki aydır neredesin sen? Yalnız bıraktın,  gittin. Ozan sürekli evde uyukladığını söylüyor.”
“Yahu benim uyuklamamın senin prenses olmanla ne ilgisi var?”
“Uyuklamayı prensesine tercih edebiliyorsan burada büyük bir çelişki var.”
Muhabbete kulak misafiri olan ozan:
“Ya ne kadar dalkavuk bir adamsın batur. Prenses, kraliçe, hanım ağa…”
Volkan yan taraftaki ağaçlıktan bisikletini alıp geldiğinde, ışıl kapının yanındaki duvara doğru yürüyordu. Yorulduklarında oturmak için oraya giderlerdi.
Volkan:
“Gençler, ben artık eve gideyim. Biraz daha geç kalırsam annem polisi filan arar.”
Ozan:
“Tamam genç. Sen git yoluna. Daha ileriki saatlerde sokaklar tekin olmayabilir. Acele et, yarın buralarda olurum.”
“Doğru ya, senden yardım isteyecektim. Ben bu sabah 12 gibi bilgisayarı açtığımda tuhaf tuhaf uyarılar verdi. Altı üstü oyun açacaktım. Bir şeylerin eksik olduğundan bahsetti. Uğraşmadım ben de. Yarın bir ara gelip bakar mısın? Müsaitsen tabi.”
Ozan:
“Ya gelip bakmak mesele değil de, kendin uğraşsan da yapsan uzun vadede daha iyi olabilir. Yarın bir gün üniversiteyi kazanıp da ailenden, bizlerden uzak bir yere gidersen işine yarayabilir.”
“Onun farkındayım ben. Gelecekle ilgili benim de isteklerim var. Üniversiteyle ilgili ama daha zaman var. Hem öyleyse, yarın gel ve öğret bana olmaz mı?”
“Bak yine yan çiziyorsun. Sence bana birisi mi öğretti volkan?”
“Tamam da olaya bir de böyle bak; sonuçta sen bu konuda yeteneklisin, ben değilim. Ben de senden daha iyi kız tavlarım. Belki kendime de senden daha iyi bakarım. Hatta senden daha iyi yemek bile yaparım. Ama maalesef elektronik aletlerle aram iyi değil. Şimdi bana yardım edecek misin etmeyecek misin onu söyle sen?”
Ozan:
“Özrü kabahatinden beter diye buna derim ben!”
“E yalansa yalan de!”
“Beceriksizliğini kabul ediyorsun yani?”
“Off ozan, tamam. Kabul ediyorum. Gelecek misin yarın?”
“Haha tamam dostum geleceğim. Kahvaltıyı sen hazırlayacaksın o zaman. Madem iyi yemek yapıyorsun!”
Volkan arkadaşının geleceğine mi sevinmeliydi yoksa onun karşısında başarısızlığını kabullendiğine üzülse miydi bilemiyordu. Mahcup gözlerle ozan’ı süzdükten sonra:
“Sağ ol. Geç olsun da güç olmasın derler böyle işe. Sonunda gelmeyi kabul ettirdim ya! Söz ağızdan bir kere çıkar! Sakın beni satmaya kalkma! Yarın sabah görüşürüz!” diyerek Ozan’a elini uzattı. Ozan ona göz kırptı ve:
“Sabahleyin krep yap bana. Ballı olsun. Görüşürüz.” Dedi ve birbirlerinin başparmaklarını kavrayacak biçimde el sıkıştılar.
“Peki dost. Görüşürüz!”
    Volkan bisikletine bindiği anda, bisiklet çantasına koyduğu cep telefonu çalmaya başladı. Arayan İdil’di:
“Aşkım neredesin sen?”
Volkan onu özlediğini fark etti:
“Okulun bahçesindeyim aşkım. Sen neredesin? Buralara gelmiyor musun?”
“Sabah gelmiştim de sen yoktun ki. Ne zaman geldin?”
“Geç geldim ben. Sabahleyin uyuyordum tüm gecem yolda geçti.”
“Özledim seni. Yarın görüşelim mi?”
“Evet görüşelim. Ben de özledim seni.”
İdil:
“Peki, o zaman yarın ararım ben seni. Öptüm canım.”
“Öpüyorum ben de seni. Görüşürüz.”
    Volkan tebessüm ederek telefonu bisikletin çantasına yerleştirdi. Ardından pedallara asıldı yavaş yavaş okul bahçesinin kapısına doğru ilerlemeye başladı. Işıl’ın bulunduğu duvarın yanından geçerken:
“Ben eve geçiyorum. Yarın buralarda olursan görüşürüz yine. Kendine dikkat et!”
“Evet, buraya gelecek olursam görüşürüz. Seni tanıdığıma memnun oldum.” diyerek oldukça içten bir gülücük koydu dudaklarına.
Volkan:
“Ben de çok memnun oldum. Sana prenses dememe kızmıyorsundur umarım. Baturalp’e takılmak için yapıyordum. Oysa farkındayım, eğer onun gözünde bunca kıymetliysen, bir nedeni mutlaka vardır.” dedi ve bisikleti ışıl’a yaklaştırdı. Elini uzattı. Işıl yine o gülüşüyle, tokalaşmak için uzattı elini. Volkan ışıl’ın elini sıktı. Gereğinden uzun süren bir tokalaşma oldu. Volkan ışıl’ın kara gözlerine baktı… Baktı…  Kızın elini tutmaya devam etti. Işıl elini çekmeye çalıştı ama volkan bir türlü elini bırakmadı.

Işıl:
“Şey… Ben de çok sevindim tanıştığımıza ama eve geç kalıyorsun volkan.”
Volkan elini çekti, bisikletinin demirine koydu. Işıl’ın elini bıraktı:
“Evet gecikiyorum. Hava da kararıyor. Umarım yakında görüşürüz.” dedi ve tekrar elini uzattı! Işıl delikanlının bu hareketine gülmeden edemedi. Avucunun içine vurdu:
“Haydi, git arkadaşım. Başka bir zaman bilek güreşi bile yaparız ama şimdi zamanı değil. Gitmen gerek. Yolda dikkatli ol.” Dedi ve uğurladı Volkan’ı.
“Haklısın prenses. Kal sağlıcakla.”
“Bak hala prenses diyor! Yolcu yolunda gerek volkan!”
“Evet. Gideyim artık. Yarın gel olur mu?”
“Dediğim gibi, belki yarın, belki başka bir zaman görüşmek üzere.” diyerek el salladı Volkan’a.
“Hoşça kal…”
Volkan düşünceler içerisinde bisikletini çıkışa doğru sürdü. Okulun etrafında bir tur döndükten sonra eve doğru yola çıktı. Sürekli, yaşadığı son 10 dakikayı düşünüyordu. Işıl’ın gözlerini, kaşlarını, saçlarını ve o sıcacık gülüşünü hayal ediyordu. Bunların, hafızasından silinmesine izin vermiyordu. ‘Yarın gel buraya. Ne olur gel ışıl!’ diye içinden haykırıyordu. Bir yandan kendisine kızıyor ‘ondan hoşlanmak istemiyorum, böyle bir duruma giremem. Hem İdil var! Seviyor beni. Diğer taraftan da Ozan buna ne der, bilmiyorum.’ diyor, birkaç saniye sonra tekrar ışıl’ı hayal ediyor, onun elinin soğuğa yakın ılıklığını düşünüyordu. Ona dokunduğunda içinin nasıl titrediğini anımsıyor, ‘gönül ferman dinlemiyor!’ diyordu. O anda bisikletini durdurdu. Işıl’la tokalaştığı elini burnuna götürdü. Vanilya gibi kokuyordu…‘Böyle mi kokuyorsun sen prenses…’. Ve o günün geri kalanında,  ışıl’ın kokusu geçene kadar ellerini bile yıkamadı volkan.

Ozan hava daha da kararmadan eve gitmeleri gerektiğini düşünerek:
“Baturalp, biz ışıl’la beraber eve dönelim. O da sıkılmış belli ki. Duvarda oturup gökyüzüne bakıyor yarım saattir. Yarın volkan’ın bilgisayarına bir bakacağım. Sabah 10 gibi orada olurum. Sen de gelirsin sıkılırsan. Görüşürüz yarın.”
Baturalp dostlarıyla geçirdiği birkaç saati düşünerek mutlu oluyordu:
“Tamam kanka. Ben sana haber veririm. Çok özlemişim sizlerle zaman geçirmeyi. Işıl’a iyi bak. Görüşürüz!”
“Kardeşime cidden prenses gibi davranmaya başladın Baturalp.”
“Yahu sen kocaman adamsın. Herhalde sen ona bakacaksın gerektiğinde. Kızcağız zayıflamış gibi geldi bana, ondan diyorum. Yoksa gayet sağlıklı görünüyor, farkındayım. Hadi gidin yemek yiyin. Görüşürüz!”
Ozan delikanlıya el salladı ve ışıl’ın duyabileceği gibi yüksek bir seste bir ıslık çaldı. Okulun bahçesinde kimsecikler kalmamıştı ve ozan’ın ıslığı olabildiğince yankılandı. Işıl gökyüzüne bakıyordu, o an kardeşinin ıslığını duyunca kafasını o yöne doğru çevirdi. Ozan, el işaretleriyle, gelmesini istediğini bildirdi. Genç kız duvardan atladı. Pantolonunu çırptı ve o tarafa doğru yürümeye başladı. Ozan bisikletine binmiş, Işıl’ınkini de sürüş alanına çıkartmıştı.
“Haydi, çok acıktım ben!”
“Geliyorum ya ozan!”
“Tamam tamam. Gidelim haydi.”
“Evet acele edelim yağmur yağacak sanırım.”
“Oo hava durumuna bakıyordun yani sabahtan beri!”
“Of ozan! Bir şey biliyorum da söylüyorum. Sen geç dalganı!”
Dediği anda yağmur çiselemeye başladı!
Işıl gülerek:
“N’aber?”
Ozan şaşkınlıkla:
“Vay be! Hatun biliyor!”
“Yok be… Tahmindi benimkisi. Haydi, gidelim ıslanmadan.”
İkili pedallara asıldı ve yaklaşık 8 dakika içerisinde çok ıslanmadan apartmandaydılar.

Ozan:
“Sen çık yukarı, ben bisikletleri kilitleyip gelirim. Cep telefonun bisiklet çantasında mı?”
“Hayır. Almadım yanıma. Sokaklarda yeterince radyasyon var, bir de telefonunkine gerek yok demiştim. Almamıştım çıkarken.”
Ozan kardeşinin bu konudaki özverisini takdir etti ve:
“Aferin benim… Ne diyecektik… Prensesime!”
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder