16 Eylül 2020 Çarşamba

benim 14 yasimda yasadiklarimin bir kismi. o yaslardaki genc kizlarin ilgisini cekebilir.

 

Sabah saat 9 sularında kardeşinin odasının önünden geçti ve banyoya gitti. Yüzünü yıkadı, saate baktı. Tam olarak saat 9.05 iken Işıl’ı uyandırmaya karar verdi. Sessizce kapıyı açtı, içten içe yaptığı plana göre onun yatağına doğru süzülecek ve sesini hafifçe yükselterek kulağına uyanmasını söyleyecekti, hatta biraz bağıracaktı.

                Ozan kapıyı yavaşça araladı. Ufak bir gıcırtı çıkacak oldu. Delikanlı kapıyı daha fazla hareket ettirmedi. O sırada yatağı görebiliyordu karşıdan. Ancak, anlayamadı ışıl’ın nerede olduğunu. Kapıyı biraz daha aralamaya karar verip yüklendiğinde gıcırtı çıkmadı. Ozan bu fırsattan istifade ederek ‘artık odaya hücum etme zamanıdır’ diye düşündü.

                İçeriye girdiğinde Işıl’ın hala yatakta yatıyor olduğunu fark etti. Yorgan, kızın her nefes alıp verişinde şişiyor, iniyordu. Yorganı başının tepesine kadar çekmişti genç kız. 1-2 metrelik mesafeden tek bir saç teli dahi görünmüyordu. Ozan uyuyan kardeşine doğru birkaç adım daha yaklaştı. Işıl odadaki hareketi duyumsar gibi olunca, tam olarak uyanmadı ama yattığı pozisyonu değiştirdi. Hafifçe sağ tarafa döndü. Yani o anda ozan’ın bulunduğu yere doğru…

Delikanlı bir adım geri çekildi sessizce. Zira ışıl yorganı yüzünden indirmişti. Artık onun uykusunu ağırlaştırıp etrafta olan biteni daha az sezdiren o katman aradan kalkmıştı. Ozan daha dikkatli olmalıydı. Değişik hınzırlıklar geliyordu aklına… Lakin yine de onu uyandırmaya kıyamıyordu içindeki babacan taraf. Bir dakikaya yakın düşündü; ne yapmalıydı… Acaba kızcağızı normal bir şekilde mi uyandırsaydı? Yoksa muziplik mi düşünseydi de kardeşini kızdırmadan eğlenebilseydi. Bu düşünceler içerisinde yapılabilecekleri gözden geçirirken birden zihninde bir ışık yandı. Zararsız bir şaka yapacaktı ışıla. Belki biraz kızdıracaktı bile onu ama Ozan nasıl olsa emindi ki; yine de kardeşine kıyamazdı ışıl. Çok sinirlenmezdi. Yani sinirlenmemeliydi. Olanı biteni izleyecekti ozan. Hem de oldukça eğlenecekti.

Sessiz ve küçük adımlarla odadan çıktı ozan. Kapıyı aralık bıraktı. Hemen banyoya doğru yöneldi. O sırada babasının banyoda tıraş olduğunu gördü. Birden bire zihninde kıvılcımlar parlamaya başladı.

Başını banyo kapısından içeri soktu:

“Baba, köpüğü alabilir miyim?”

“Pardon? Hangi akla hizmet banyodan çıkarıyorsun bunu? Salonda tıraş olmayacaksın değil mi oğlum?”

“Hayır, baba başka bir işim var. Sen de gel, bak çok eğleneceğiz.”

“Al o zaman bunu, az sonra geliyorum.” dedi tebessüm ederek. “Ozan, bu arada nereye geleceğim?” diye arkasından seslendi oğlunun.

“Işıl’ın odasına baba!”

“Garip çocuk…” diyerek bir kez daha gülümsedi erkan bey…

                Yüzünü duruladıktan sonra ışılın odasına geçen baba, kızının uyuduğunu ve oğlunun, yatağın yanına çömeldiğini gördü. O da atmosfere uyum sağladı ve elinden geldiğince sessizliğe büründü.

Ozan ışılın avucu açık olan, sağ eline biraz tıraş köpüğü sıktı. Erkan bey şaşkın şaşkın ozanın ne yaptığını izliyordu.

                Kızcağızın eline bir miktar köpük sıktıktan sonra şişeyi yere bıraktı. Saçları biraz dağılmıştı ışılın. Tokası da kayıp yatağa düşmüştü. Ozan kardeşinin saçlarının ucundan minicik bir tutam aldı iki parmağıyla. Babaları ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Işılın saçları yeterince uzundu ve saç ucunun hareketini hissetmeyeceği aşikârdı o an. Ozan ayağa kalktı, kolunu hareket ettirmeden geriye doğru uzaklaştı bir adım, iki parmağıyla tuttuğu birkaç tel saçı kızın burnunun üzerinde gezdirerek gıdıklamaya başladı.

                Işıl burnunu kaşımak için sağ elini pat diye burnuna yapıştırdı! Birden şaşkınlık ve tedirginlikle sıçradı. Kızın sağı, solu, yer gök bembeyaz köpüğe bulanmıştı! Havada uçuşanlar zaman zaman onun nefes alıp verişiyle yön değiştiriyor, yüzüne yapışıyordu!

                Uyku haliyle ne olduğunu anlayamayan ışıl, uyanıp gözlerini açamayınca kirpiklerine yapışan köpükleri temizlemeye çalıştı. O an babası ve kardeşi ozan, Işıl’ın karşısında yere oturmuş katıla katıla gülüyorlardı. Işıl:

                “Canın çok sıkıldı herhalde! Sabah sabah başına bela mı açmak istedin canım kardeşim? Beş yaşında çocuk gibisin!” diyerek yatağın yanında, yerde duran tıraş köpüğünü alıp kardeşinin üzerine fırlattı. “Baba! Haydi, bunun zekâ seviyesi düşük, bu yüzden her yaptığının normal olması beklenemez. Ama sen… Sana inanamıyorum!”dedi. Biraz sinirlenmişti haliyle. Hiç kimse o halde uyanmak istemezdi. Banyoya geçmesi gerektiğini düşünerek yataktan kalktı ve kapıya doğru yürüdü.

                Erkan bey içinden kahkahalar atarak sessiz sessiz olay yerinden uzaklaşmaya başladı.

                Ozan yemyeşil gözleriyle sevgi dolu bakışlarını kız kardeşi üzerinde gezdirdikten sonra ayağa kalktı.

“Of ışıl amma da yaygaracısın. Altı üstü minicik bir şaka yaptım. Bir daha da yapmam. Ağzımın payını aldım ben.”

Işıl:

“Aman Allah’ım! Hem suçlu hem güçlü dedikleri bu olsa gerek. İyi öğrenmişsin! Bir daha da böyle şakalar yapma bana.”

Ozan tebessüm ederek kardeşinin yanından geçmek üzere kapıya doğru yollandı. Işıl ona yol vermek için bir adım geriye gittiğinde ozan, kardeşini gıdıkladı:

“Kıyamam kız ben sana. Şaka yaptım sadece. Özür dilerim. Küsme ama tamam mı?”

Işıl halen üzerinden atamadığı uyku mayhoşluğunu esneyerek belli etti. Ardından:

“Çok fenasın sen. Biliyorsun sana kıyamayacağımı… Böyle kullan zaaflarımı, tamam mı? Eşek… ” diyerek memnuniyetsizce banyoya doğru yöneldi.

                Ozan biraz mahcup, olayı gözlerinin önünden geçirdi. Nasıl bu kadar tedbirsiz davranabildiğini düşündü. ‘ya ışıl’ın gözüne girseydi o köpük?’ diye kendisini suçlaya suçlaya odasına yöneldi. Hatırladıkça, kardeşine fenalık ettiğini düşünerek kendisine kızdı.

Işıl aynanın karşısında birbirine yapışan kirpiklerini ayırmaya çalıştı. Saçlarında da birbirine yapışmış teller vardı. Parmaklarının uçlarıyla onları ayırarak oynadı bir süre. Uyandığı anı ve ileriki zamanları düşünerek tebessüm etti aynaya. Ne olursa olsun böyle bir aileye sahip olmak çok güzeldi. Babası, kardeşiyle beraber eğlenebiliyordu ve en önemlisi asık suratlı ebeveynleri yoktu. Saçlarında ve kirpiklerindeki kurumuş köpükleri temizlemek için böyle uğraşmanın bir faydası olmayacağını düşündükten sonra duşa girmeye karar verdi. Pijamalarını çamaşır sepetine attı ve işini halletmek üzere suyu açtı.

                Duştan çıktığında üşümemek için acele ederek odasına geçti. Yatağın üstündeki ince yorgana sarıldı. Artık hiç üşümüyordu. Birden içeriden annesinin sesi geldi:

“Işıııl! Sen banyodayken Su aradı! Onu geri arayacakmışsın!”

“Tamam anne!”

                Yataktan hızla kalkayım derken yorganı yere düştü. Kaldırıp yatağın üstüne çıktı, yorganını çırptı. Hemen yatağın üzerine düzgünce serdi ve çekmeceleri açtı, annesinin kullandığı çamaşır yumuşatıcısının mis kokusu burnuna gelince derin bir nefes aldı. Doya doya içine çekti o bahar çiçeklerinin güzel kokusunu. Çoraplarını ve iç çamaşırlarını giydi.  Şimdi sıra bu gün giyeceği bluzu seçmeye gelmişti. Dolabını açtı, “her gün aynı seçeneklerden bıkmaya başladım sanırım” diye iç geçirdi. Sonra her gün karşısında olan gömleklerin altlarında, sahip olduğunu dahi unutmuş olduğu bluz ve kısa kollu penyeler buldu. “demek ki isyan etmeye başlamadan önce tüm olasılıkları kontrol etmem gerekiyor.” Diyerek tebessüm etti. Bir spor penye seçmeye karar verdi o günlük. Çünkü iki haftadır Su ile bisiklet gezintilerine ara vermişlerdi ve büyük ihtimalle o gün beraber gezecekleri çok yer olacaktı.

                Elinden geldiğince çabuk olmaya çalıştı. Hatta biraz özensiz bile davrandı o günkü kıyafet seçiminde. Güneş şapkasını aldı askıdan ve çıktı. Telefonun olduğu odaya doğru koşa koşa Su’yu aramaya gitti.

“Alo?”

“merhaba emine teyze! Ben ışıl. Nasılsın?”

“Aa merhaba canım. İyiyim teşekkür ederim. Sen nasılsın? İki, üç haftadır sesin çıkmıyor. Benim kız gidince seni görmek de imkansız oluyor. Özledim vallahi.”

“Teyzeciğim ben de özledim. Bu gün bir aksilik olmazsa, öğleden sonra görüşürüz.”

“Peki kızım. Su duştan yeni çıktı. Odasından tıkırtılar geliyor. Bir bakayım. Bir dakikaya burada olur. Öpüyorum seni yanaklarından. Birkaç saate görüşürüz. Çaya bekliyorum seni.”

“Mutlaka geleceğim emine teyze! Görüşürüz.”

Bir dakikayı biraz geçkin bir süre sonunda Su telefonu aldı.

Işıl:

“Çok şükür! Gelebildin nihayet. Ne yapıyordun takır tukur?”

“Bekle!”

Işıl olanlara akıl erdiremiyordu:

“Su?”

“Şşt!”

“Ne oluyor ya!”

“Annem yakınlarda mı diye baktım da. Sessizce konuşursam duymaz.”

“Su, endişelenmeye başladım ben! Neler oluyor orada?”

“Sessiz ol kanka! Geliyorum, bekle.”

“Suu!”

“…”

Işıl olanları o anda anlayamayacağını kabul ederek Su’nun mantıklı bir açıklama yapmasını beklemeye karar verdi lakin engel olamadığı şaşkınlığıyla:

“Deli kız! Beni de delirtecek!”

Su gülerek yanıtladı dostunun yakınmalarını:

“Biri beni mi çağırdı? Haha! Duyan da sen çok akıllı bir şeysin zanneder. Sen kendine bak. Delirtecekmişim. Cık cık cık..”

“Su, ne oluyor? Lütfen anlatır mısın? O sesler ne? Neyle uğraşıyorsun? Annenden gizlemen gereken şey de neyin nesi?”

“Tamam ışıl. Anlatıyorum.”

“Ee bir zahmet, anlat artık!”

“Ben 2 saat evvel uyandım. Oda havalansın diye pencereyi açtım hemen. Sonra, banyoya geçtim. Odadan çıkmadan önce de, ablamın yatağına eşofmanımın üstünü fırlattım. Şu içi siyah polar kumaştan olanı.”

“Evet, biliyorum onu.”

“İşte, yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım. Krem sürdüm yanaklarım kurumasın diye. Sonra, odama geri geçtim. El kremi sürecektim, raflara bakınmaya başladım.”

“E takırtılar nereden geliyordu? Umarım ellerini kremlerken, birbirine sürtünce takırtı yapacak kadar kurumamıştır! Haha!”

“Espri anlayışın körelmiş kanka.”

“Ya uzatıp duruyorsun, meraktan çatladım burada.”

“Şşt! Sözümü kesmeseydin duyardın şimdiye kadar.”

“İyi, tamam. Sustum. Anlat haydi.”

“Birden bir ses geldi. Mırıltı gibi bir şeydi. Arkama döndüm, sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Sonra Tuğba ablamın yatağına baktım. Benim eşofmanımın üstünde yumuşak, kabarık ve parlak tüyleri olan minik, simsiyah yavru bir kedi vardı! Mır mır diye yuvarlanıp duruyordu polarımın üzerinde, kendisini sevdirir gibi.”

“N’olur gitti deme! Onu mıncıklamak istiyorum!”

“Hayır gitmedi, halen burada ama onu nasıl ve nerede saklayacağımı düşünüyorum. Sabahtan beri elimden gelecek her türlü olanağı değerlendirmeye uğraşıyorum. Kullanmadığım kazaklardan yumuşak bir yatak kurmaya çalıştım, orta boy bir kutuya koydum. Pisi rahat etti. Takırtılar o yüzden geliyordu. Dolabın üstünden karton kutuları indirmeye çalışıyordum.”

“Belki Emine teyzeye söylemeyi denesen kabul eder. O yalnızca bir tanecik, minicik kedi dersin, benim yanımda uyur, ben doyururum karnını dersin…”

“Kabul edeceğini sanmam Işıl.”

“Ama nereye kadar saklayabilirsin ki? Er geç fark etmeyecek mi?”

“Hmm… O değil de… İsmi ne olsun ki?”

“Lütfen minnoş kadar klasik bir isim olmasın.”

“Evet, daha az kullanılan bir isim bulmalıyız. Sıradan olmamalı. Herkesin ortak malı olmuş bir isim seçmemeliyiz. Boncuk da olmaz mesela.”

“Bence sen yine de bu durumu annene söylemelisin. Odanda bir kedi yaşattığını uzun süre saklayamazsın.”

“Tüyleri siyah ve parlak olduğu için, Karam olsun mu ismi?”

Işıl:

“Of, kafamı karıştırıyorsun Su… Bu durumu annene söylemelisin diyorum.”

“Dur, dur. Halledeceğim bu işi ben.”

“Nasıl yapacaksın? Çok merak ediyorum.”

Su:

“Yahu isim bulsana!”

Işıl:

“Peki, ama bu durumu nasıl halledeceğini anlatacaksın. İsim konusunda ise… Öncelikle bizim hayatımızda önemi olan, çok sevdiğimiz birisini düşünelim.”

“Saçmalama. Bizim apartman görevlisini çok severim ben bilirsin. Onun ismini mi koyayım?”

“Hayır. Mesela sevdiğin bir sanatçının ismi olsun?”

Su, Işıl’ın bu söylediğini mantıklı bulmaya başladı. Sevdiği tüm sanatçıları, şarkıcıları düşündü. Sonra bir anda aklında bir fikir parladı!

“Evettt! Buldum!”

“Çok merak ediyorum ne bulduğunu. Evet, son karar nedir?”

“Ne bir şarkıcı, ne film yıldızı, ne de özel bir isim.”

“Ona ‘kedicik’ filan demeyeceksin, yani ismi bu olmayacak umarım.”

“Hayır şekerim. Senin anlamak için fazla kafa yorman gerekmiyor. Bizim en sevdiğimiz şarkı ne?”

Işıl’ın gözleri parladı:

“Türkçe olan mı?”

“Evet!”

“Harikasın Su!”

Su’nun mutluluğu gözlerinden okunuyordu:

“Ciddi anlamda tatmin oldum. Kediciğin o meraklı bakışlarını düşününce… Harika bir isim olacak bu!”

 

                Telefonu kapattıktan sonra Işıl aceleyle hazırlanmaya koyuldu. Bir yandan da küçük kara kediyi düşünüyordu. Çocukluğundan beri çok seviyordu hayvanları. Acaba Su, annesini ikna edebilecek miydi? Peki, ya Su annesini ikna edemezse, ışıl kediyi alıp eve getirebilir miydi?

Kafasında yüzlerce soru işareti belirmişti ışıl’ın. Acabalarla doluydu zihni. Su ve ışıl’ın evleri yakın sayılırdı. Bisiklete atlayacak, yaklaşık iki kilometre yol alacak, dört cadde geçtikten sonra su’larda olacaktı.

                Tam kapıda ayakkabılarını giyerken kardeşiyle karşılaştı.

“Nereye böyle ışıl hanım?”

“Söyle bakalım, sence nereye olabilir?”

“Senin sabah sabah gidebileceğin bir tek Su’ların evi var sanırım. Doğru mu?”

“Sayılır.”

“O nasıl oluyor? Yolda fikrini değiştirebilirmişsin gibi konuştun.”

“Hayır onlara gideceğim, ufak bir işimiz var, onu halledeceğiz. Sonra bizim okulun bahçesine gideriz, belki de bisikletle geziniriz. Yani evde oturacağımızı zannetmiyorum.”

“Tamam o zaman. Okula gelirseniz bizi izlersiniz. Maç yapacağız çocuklarla.”

“Basket mi? Futbol mu?”

Ozan sırıtarak:

“Siz hangisini arzu ederseniz. Oraya geldiğinizde kurulu toplarız, karar veririz.”

“Of ya sana da bir şey sorulmuyor. Ben gidiyorum.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder